ÜLKÜCÜ ŞEHİT NURETTİN
ASLAN
ŞEHİT
OLDUĞU TARİH: 10 KASIM 1981
ŞEHİT EDİLDİĞİ YER: SAMSUN
DOĞDUĞU
YER: SAMSUN-BAFRA
Bafra’da
siyasi gerginlik tırmanırken Ülkücü Gençlik Derneğine bir fare dadanmıştı.
Dernek içindeki faaliyetler günü gününe ve isim isim Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Merkezine bildiriliyordu. Alparslan Alparslan isimli meçhul kişi Başbuğ
Türkeş'e güya mektup yazıyordu. Asıl amacı mektup yazmak değildi. Aslında
ihtilalin kanla olgunlaşmasını bekleyen omzu kabarıkların talimatını
uyguluyordu. Milliyetçi Hareket Partisini Devleti yıkmak isteyen suç örgütü
gibi gösterme gayretinden başka bir şey değildi. Milliyetçi Hareket Partisinde
yapılan aramalarda tesadüfe bakın ki bu mektuplar bulundu. Sonunda Bafra davası
Milliyetçi Hareket Partisi davasıyla birleştirildi. Ancak mektubun içindeki
kurmaca ve düzmece ifadelerin dayanağı olmadığı için şimdi Samsun’da Askeri bir
okulda öğretmenlik yapan bu hainin hevesi kursağında kaldı.
24 Ocak 1980 gecesi Tokat Adli emanet deposu basıldı ve değişik çapta 81 adet
silah çalındı. Hayali suçlu arayan polis ihaleyi Bafralı ülkücülere yıktı.
Hüseyin Kurumahmutoğlu, Muhittin Öner, Mustafa Kanbur ve Mustafa Atış’a bu rol
biçildi. Ancak ihtilalden sonra Bafra’da ele geçirilen silahlar arasında Tokat
Adli emanetinden çalınan silahların izine rastlanmadı. Güya silahların peşine
düşen komiser demeye bin şahit isteyen ihtilalin emir erleri baş komiser Zeki
Kaman ve isminden de anlaşılacağı üzere Dürüst Oktay infaz timi Mustafa Atış ve
Mustafa Kanburu yeryüzünde daha hiç denenmemiş işkencelerden geçirdiler. Bu
yiğit ülkücüler işkencelerden birkaç saatliğine kurtulmak için hayali yerler
gösterdiler. Amaçları biraz soluklanmaktı. Gösterdikleri yerlerde Bekolar
akşama kadar kazı yaptılar, sonra “pardon yanlış hatırlamışız” dediler. Tekrar Emniyet
Müdürlüğüne, tekrar işkenceye, “Efendim şimdi hatırladık, aklımız başımıza
geldi, silahları falan yâre gömdük” dediler. Sonuç yine yok bu böyle günlerce
devam etti. Sonunda Dürüst Oktay, Zeki Kaman ve ekibi pes etti. Mustafa Atış,
Mustafa Kanbur’u Samsun Askeri cezaevine naklettiler. Orada da işkenceye devam
ettiler.
Nurettin
Aslan namazında niyazında hiçbir şeyden habersizdi. Samsun Emniyet müdürlüğünde
ağır işkence görmüştü. Elektrik verilen vücudu kurumaya başladı. Kesinlikle su
içmemesi gerekiyordu. Bekçi nezaretin kapısını açık bırakınca olanlar oldu. İçi
yanan Nurettin tuvalet musluğundan kana kana su içti; ciğerleri kavruldu.
Öylesine mert bir ülkücüydü ki, hiçbir suçlamayı kabul etmedi ve kimsenin
ismini de vermedi. Birkaç gün sonra o da arkadaşları gibi Samsun Askeri
cezaevine gönderildi. Koğuşta rahatsızlandı. Dürüst Oktay ve Zeki Kaman
ekibinin işkenceleri ciğerlerini bitirmişti. Ülküdaşları defalarca yönetime
bildirmesine rağmen hastaneye kaldırmadılar. Son günlerini koğuştaki ranzasında
arkadaşları arasında koma halinde geçirdi. Nurettin’in son isteği “muz” oldu.
Kış gününde Samsun’da muzu nereden bulacaksınız? Ancak Nurettin isytiordu.
Arkadaşları aralarında bugünün parasıyla 50 lira topladılar ve bir askere
rüşvet verdiler. Asker muzu getirdi. Ancak Nurettin yiyemedi. Birkaç saat sonra
“sütlaç” istedi. Bu sefer arkadaşları askere 100 lira para verdiler, asker
poşete sardığı sütlacı koğuşa getirdi. Onu da yemedi. Arkadaşları
havalandırmaya çıkmıştı, onu bu durumda yalnız bırakmayan henüz daha çocuk
sayılacak 22 yaşındaki Mustafa Kanbur yanında kalmıştı. Nurettin’in ağzından
köpükler gelmeye başladı. Mustafa ne yapacağını şaşırdı. Başucunda buğulu
gözlerle Kelime-i Şehadet getirmeye başladı. Sonra korkuyla kapıları tekmeledi.
O gün ihtilalin tetikçileri tekmelere, yardım çağrılarına kulaklarını
tıkamıştı. Nurettin, Mustafa’nın kucağında şehit oldu. Bir süre sonra koğuşa
giren nöbetçi subay Mustafa’ya, “Ne bağırıyorsun lan” diye azarladı ve peşinden
tekme tokat atmaya başladı. Mustafa çıldırmıştı, habire avazı çıktığı kadar
bağırıyordu. Nurettin’i bir battaniye ye sardılar apar topar hastaneye
kaldırmak istediler. Önce dışarı çıkarttılar sonra tekrar içeri getirdiler.
Cezaevi yönetimi koğuşa doluştu. Tutanak tuttular. “Hasta tutuklu hastaneye kaldırılırken
yolda öldü” dediler. Oysa Ülküdaşları yönetime defalarca söylemelerine rağmen
hastaneye kaldırmamışlar ve ihmalden ölmüştü. Şimdi yol kenarında, Barış köyü
mezarlığında ülkücülerin dualarını bekleyerek öylece yatıyor. Onun dünyaya
gelişi diğer insanlar gibiydi, ama bu dünyadan gidişi onlar gibi değildi.
Devletini, milletini yaşatmak için kendi geleceğini karartmıştı. Onlar isimleri
anıldıkça ruhları bayraklaşan cesur yürekli yiğitlerdi.
Ülkücülük çetin bir yoldur, yürümek için bacakların kudretinden önce sevdiğine
sonsuz bir inançla bağlanacak zengin ruhlara, çekilen her cefayı, sefa gibi
karşılayacak yüreklere ihtiyaç vardır
Not: Yusufiye Vakfı alıntıdır.
ÜLKÜDAŞIMIZA ALLAH’TAN RAHMET DİLİYORUM
ÖNEMLİ NOT: ŞEHİTLERİMİZLE İLGİLİ ELİNDE
BİLGİ, RESİM OLAN VARSA YA DA DÜZELTİLMESİ GEREKEN BİRŞEY VARSA LÜTFEN BANA
ÖZEL MESAJDAN YAZSIN. TEŞEKKÜRLER.