ÜLKÜCÜ ŞEHİT AHMET
ÇOLAK
ŞEHİT
OLDUĞU TARİH: 3 TEMMUZ 1980
ŞEHİT EDİLDİĞİ YER: ORDU
DOĞDUĞU
YER:
MESLEĞİ:
Kendi Mezarını Kazan
Polis Fatsa'nın Çullu tepesindeki ağaçlar insanlık tarihinde ender rastlanan
hazin bir olaya tanık oluyorlardı... Görevinin kutsal gereğini ifadan
çekilmemiş bir polise, Halkevi mensupları, kendi eşeceği mezara diri diri
gömülme kararı vermiş ve Sadi Ekis, Cemal Yakan isimindeki devrimcileri onlara
yardım edeceklerle birlikte cezayı infaza memur etmişlerdi. Cumhuriyet
Meydanı'ndan kaçırılan Niğdeli polis buraya getirilmiş ve eline kazma
verilmişti... Devrimciler bir iki soru sormuş, o hiç cevap vermemişti... Sadi
biraz öfkeli: "O şoförü de sen götürmüştün hastaneye değil mi?"
dedi.. Polis bir şey duymuyor, konuşmuyordu... Ter kan içinde toprağı kazıyor,
arasıra büyük ümitle Fatsa'ya doğru bakıyor, son bir kurtuluş olarak gelecek
ekip arabasını, ya da yiğit birkaç Fatsalı genci boşuna bekliyordu. Bütün
ümidini kaybetmişti...
Hayatta kalabilmesini sağlayacak hiçbir yolun
kalmadığını anlar, yaklaşan ölümünün gölgesini çevresinde görür gibiydi...
Anlaşılmaz duygular içinde düşünmesine rağmen, geçen her saniye onu değişik bir
şuurlu oluşa götürüyordu... O değil de devrimci gençler, ondaki bu yönelişi
anlayamamanın bunalımını duyuyorlardı.
Güç anlaşılır bir durumdu.
Tablonun en korkunç, en hazin yönlerinden biri
de bu manadaki işkence idi...
Bir bakıma işkence yapanlar anlayamadıkları,
kaynağını kestiremedikleri bir işkence duyuyorlardı... Bu, insan gerçeğini
anlayamamış, onu sadece et ve kemik merkezli değerlendiren görüşten ileri
geliyordu.
Halbuki insan sadece et ve kemik değildi...
Attığı topraklar... Ve dudaklarında, simasında
acı bir tebessüm...
Tam anlamıyla Allah'sız olduklarını bildiğinden
onlardan en ufak bir acıma, yardım beklemediği gibi, neredeyse polis onlara
acıyordu... İnancı bütün bir Müslüman'dı. Her şeyin Allah'dan olduğuna
inanıyor, yalnız ahının bu fani dünyada dahi onları çok perişan edeceğini
hissediyordu...
Onu öldürecekleri kesindi...
Her insan mutlaka ölümü tadacaktı. Ölüme,
inanmış olarak, Allah'ı bilir olarak yaklaşmış olmanın mutluluğunu yaşıyordu.
Ölüm anı mutlaka çok dehşetli idi... Bilhassa imansızlar için. Asıl korkulacak
o andı...
Geçen hafta evinde okuduğu İhya kitabındaki
hadisi büyük bir soğukkanlılıkla hatırladı:
"Eğer ölünün saçlarından bir saç, sem‚ ve
yeryüzü ehline konsa, Allah'ın izni ile bütün insanlar ölürdü."
Ölüm anı ve kabir hakkında çok bildiği vardı.
Allah'a inanmış, dine bağlı salih kimseler için ölüm Hakka kavuşmaktı.
"O kabir, ehli iman için bu dünyadan daha
güzel bir aleme Nur'a açılan bir kapı idi..."
O, bu yüce fikirlerin verdiği güç altında biraz
sonra diri diri gömüleceği kendi mezarını kazdırılan biri değil, bir çiçek
bahçesinden çiçek toplayan huzurlu bir insan görünümünü veriyordu. Konuşması,
özlem duyduğu alemlerin has kokularını yakından duymuş olmasından geliyordu...
Onun bu hayret verici tavrı tarihlerin en
korkunç zulmünü işlediklerinden dahi bihaber devrimci gençleri çileden
çıkarıyor, sinirlerini alt üst ediyordu. Çelişki o kadar açıktı ki, kazılan
mezara oradaki devrimciler girecekti... Ellerindeki silahlara, demir sopalara
rağmen onlar korku içinde ve şuursuz bir durumdaydılar... Kazılan toprakları polise
elleriyle attırdılar. Bir ara biraz yorulmuştu, bu hareketlerinden belli
oluyordu. Sadi "durmasana" diye titrek bir sesle bağırarak elindeki
tabanca dipçiği ile çenesine vurmuş, polisin dişleri kanamış, ağzından kan
gelmeye başlamıştı...
Polis yere yıkılmıştı... Kalktı, doğruldu. Onlar
merakla ne söyleyecek diye ona bakıyorlardı. O sadece görünen Fatsa'ya ve Büyük
Cami'nin minaresine doğru bakarken, "zulme rıza zulümdür" diye
içinden söylendi.. Onlara hiç bakmadı...
Zaten onları çevresinde birer siyah karartı
şeklinde görüyordu. Göz ucu ile çenesine inen Sadi'nin elindeki silaha baktı,
kendi silahı idi... Eğildi... Toprakları çekiyordu mezardan. En son hatırladığı
bir ayetti: "Sizi toprak'tan halk ettik, yine toprağa döndürecek ve yine
tekrar Oradan dirilteceğiz..."
İmansız gitmemek için direndi, son gücüne kadar
mücadele etti, kafasına sırtına yediği demir sopalarla bitap bir durumdaydı.
Elbiseleri ile birlikte, henüz ruhunu teslim etmemişken mezara gömdüler onu...
Birer sigara yakıp Çullu tepesinden ayrılırken
toprak altından gelen uğultuları vadideki ağaçlar, kuşlar ve esen rüzgar
duymuştu ama, devrim savaşçıları duymamıştı... Onlar çikolata görmemiş
çocuklara, çikolata götürmenin kurtarıcı, özgürlükçü ve insancıl (!) görevini
üstlendikleri inancı içindeydiler..
Şüphesiz katillikleri farkında idiler, ama
bunlara çikolata görmemiş insanlara çikulata götürebilecek insani yol ve
ideallerin de bulunduğunu-bulunabileceğini anlatamamış ya da öğretememiş
yönetici, öğretmen, egoist politikacı ve insanların da bu suçlulukta hisseleri
vardı. Hazin olan o meçhul suçluların-suçluluklarının farkında bile olmayışları
idi...
Olaydan dört ay sonra şehit polisin ruhu birçok
Fatsa'lı onun ahının yapanların yanına kalmadığına, düşünce ve hislerinde
yanılmadığına şahid oluyordu.
Sadi, keşif için getirildiği polisin mezarı
başından kaçmaya yeltenirken, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin mensubu bir
yüzbaşının kurşunu ile beyni parçalanarak, diğer devrimci arkadaşları ise 11
Temmuz'da Fatsa'ya yapılan nokta operasyonundan sonra jandarma ile çatışmaya
girdikleri ormanlarda öldürülüyordu.
ÜLKÜDAŞIMIZA ALLAH’TAN RAHMET DİLİYORUM
ÖNEMLİ NOT: ŞEHİTLERİMİZLE İLGİLİ ELİNDE
BİLGİ, RESİM OLAN VARSA YA DA DÜZELTİLMESİ GEREKEN BİRŞEY VARSA LÜTFEN BANA
ÖZEL MESAJDAN YAZSIN. TEŞEKKÜRLER